Meal Seç / Sure Seç

Lokman Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

31 - Lokman
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Bundan önceki sure (Rûm) gibi, bu da, Mekke döneminin ortalarına doğru nazil oldu. Lokmân ismi, bu efsanevî bilgenin (bkz. not 12) oğluna öğütlerinin yer aldığı 12-19. ayetlerden gelmektedir.
1. Elif-Lâm-Mîm. (1)

1 - Bkz. Ek II.

2. BUNLAR, ilahî fermanın hikmet (2) dolu mesajlarıdır,

2 - Bkz. 10:1, not 2.

3. güzel işler yapanlar için rahmet ve hidayet kaynağı (olan mesajlar);
4. onlar ki namazlarında kararlılık gösterir ve karşılıksız yardımda bulunurlar: (3) çünkü onlar içlerinde öteki dünyaya kesin bir inanç besleyenlerdir.

3 - Zekât terimi, burada, hukukî boyutu ağır basan "arındırıcı yükümlülükler" anlamından (bkz. 2:43, not 34) ziyade daha genel çerçevedeki "karşılıksız yardım" anlamını ifade eder. Bu pasaj, aynı zamanda "kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına harcayan" buyruğuna uymanın Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımanın bir vasfı olarak tanımlandığı 2:2-4. ayetler ile özde yakın bir anlam ilişkisine sahiptir.

5. İşte Rablerinin gösterdiği doğru yol üzerinde olan ve dolayısıyla nihaî mutluluğa erişecek olanlar bunlardır.
6. Ama insanlar arasında öyleleri var ki, bilgisi olmayanları Allah yolundan saptırmak ve onu gülünç duruma düşürmek için [yol gösterici mesajlar üzerinde] kelime oyunu yapmaya kalkışırlar: (4) böylelerini alçaltıcı bir azap bekliyor.

4 - Lafzen, "insanlar arasından kimi (veya "öyleleri var ki") eğlenceli (veya "boş") sözler sarf ederler", yani ilahî hakikate karşı: Bu ifade, sözde felsefî laf cambazlıklarına ve gerçek bir anlam temeli bulunmayan metafizik spekülasyonlara işaret etmektedir (karş. 23:67, not 38). Ancak bazı yorumcuların iddialarının tersine, yukarıdaki ifade, belli bir kişiyi (Hz. Peygamber'in çağdaşlarından olduğu ileri sürülen birini) kasdetmeyip bir zihniyet tarzını göstermekte, dolayısıyla da genel bir muhtevaya sahip bulunmaktadır.

7. Böyle birine mesajlarımız aktarıldığında, sanki kulaklarında bir sağırlık varmış da onları hiç duymamış gibi, küstahça yüz çevirir: (5) işte ona [öteki dünyada] acıklı azabı haber ver!

5 - Karş. 23:66-67.

8. [Buna karşılık] iman edip doğru ve yararlı işler yapanlar mutluluk bahçelerine kavuşacaklar,
9. orada Allah'ın şaşmaz vaadine uygun olarak temelli kalacaklar: çünkü O, kudret ve hikmet Sahibidir. (6)

6 - Yukarıdaki üç ayeti yorumlarken Râzî iki noktaya dikkat çeker: Birincisi, "mutluluk bahçeleri (cennet)" vaadindeki çoğul anlatım ile azâb bildirimindeki tekil hitap formu arasındaki bariz farklılık, Allah'ın rahmetinin öfkesini aştığını gösterir (karş. 6:12, not 10). İkincisi, "orada temelli kalacaklardır" ifadesinin yalnızca cennet için kullanılması ve öteki dünyadaki azap (veya cehennem) ile ilgili olarak böyle bir ifadeye yer verilmemesi, cennetteki güzelliklerin sürece bir sonsuzluk boyutu taşımasına rağmen "cehennem" olarak tanımlanan yerdeki azabın sınırlı olacağına işaret etmektedir.

10. O, gökleri görünür destekler olmadan yarattı; (7) sizi sarsmasın diye (8) yeryüzünü sabit dağlar ile donattı ve orada her çeşit canlı varlığın çoğalmasını sağladı. Biz (9) gökyüzünden sular indirir ve bununla yeryüzünde (10) her türlü faydalı [canlı]nın yetişip büyümesini sağlarız.

7 - Bkz. 13:2, not 4.

8 - Bkz. 16:15, not 11.

9 - Burada, Allah'a işaret eden şahıs zamirinin âniden değişmesinin -bu örnekte "O"ndan "Biz"e geçilmesi gibi- birçok örneğinden birini görüyoruz. Bu değişme, bakî olan Allah'ın yaratılmış fanî varlıklar için geçerli olan herhangi bir zamir ile ifade edilemeyeceğini ve bu zamirlerin O'na atıfta bulunmasının bütün beşerî lisanların sınırlılığını yansıtmaktan başka bir anlam taşımayacağını gösterir.

10 - Lafzen, "orada". Zevc terimi, 26:7'de olduğu gibi, burada da "tür/çeşit" anlamına gelir.

11. Bunlar[ın tümü] Allah'ın hilkatidir: Peki, gösterin bana, O'ndan başkası ne yaratabilmiş! Hayır, [gösteremezsiniz,] zalimler (11) açık bir sapıklık içindedirler!

11 - Zımnen, "Allah'tan başka varlıklara veya şeylere ilahî vasıflar izafe edenler".

12. BİZ, Lokman'a (12) şu hikmeti bağışladık: "Allah'a şükret; çünkü [O'na] şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur; nankörlük etmeyi tercih eden ise [bilsin ki], Allah, kesinlikle hiçbir şeye muhtaç değildir ve her zaman hamde layıktır".

12 - Halk arasında (yeterli kanıtlara dayanmasa da) Aesop (Ezop) ile özdeşleştirilen Lokman, eski Arap geleneğinde köklü bir yeri olan, dünyevî üstünlüklere ve kazançlara değer vermeyen ve ruh olgunluğu için çaba gösteren bilge kişilerin bir prototipidir. M.S. 6. yüzyılda yaşamış olan ve daha çok Nâbiğa ez-Zübyânî müstear adıyla tanınan Ziyâd b. Mu‘âviye'nin bir şiirinde övüldükten sonra Lokman kişiliği, İslam'ın zuhurundan uzun zaman önce, hikmeti ve ruhî olgunluğu yansıtan sayısız efsanelerin, kıssaların odak noktası haline geldi. İşte bu sebeple Kur'an, bu efsanevî şahsiyeti -tıpkı 18. surede kullanılan aynı derecede efsanevî el-Hıdr (Hızır) şahsiyeti gibi- insanın uyması gereken davranış tarzları konusundaki öğütlerin bir anlatım vasıtası olarak kullanmıştır.

13. Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle konuştu: "Ey Benim sevgili oğlum! (13) Allah'tan başkasına ilahî sıfatlar yakıştırma! Bil ki, böyle [düzmece] ortaklık yakıştırmalar, gerçekten büyük bir zulümdür!

13 - Lafzen, "Ey benim yavrucuğum" -bu küçültme hitabı, deyim olarak, çocuğun küçük veya yetişkin olduğuna bakmaksızın şefkati ve sevgiyi yansıtır.

14. [Allah diyor ki:] ‘Biz, insana, anne babasına karşı iyi davranmasını emrettik: annesi onu nice acılara katlanarak karnında taşıdı ve çocuğun annesine bağımlılığı iki yıl sürdü; (14) [öyleyse, ey insanoğlu,] Bana ve anne babana şükret, [unutma ki] bütün yollar sonunda Bana ulaşır'. (15)

14 - Lafzen, "onun sütten kesilmesi iki yıl içindedir" (veya "içinde olmuştur"). Bazı dilbilimcilere göre fisâl terimi, ana rahmine düşme, hamilelik, doğum ve bebeklik dönemlerinin tümünü ifade eder (Tâcu'l-‘Arûs): kısacası, çocuğun annesine zorunlu olarak bağımlı olduğu dönemi.

15 - Demek ki, kişinin hayata gelişinin sebebi olan anne babasına karşı şükran duyması, burada, varlığının nihaî sebebi ve kaynağı olan Allah'a şükretmesinin bir benzeri olarak zikredilmiştir (karş. 17:23-24).

15. [Allah diyor ki:] ‘[Anne babana saygılı ol;] ama eğer senin aklının [ilahlık] yakıştıramayacağı (16) bir şeye Benimle birlikte ilahlık yakıştırman için zorlarlarsa onlara uyma; [o durumda bile] onlara bu dünyada iyilikle davran ve Bana yönelenlerin yolundan git. Sonunda hepiniz Bana döneceksiniz; ve o zaman [hayatta iken] yapmış olduğunuz her şeyi [gerçek şekliyle] size göstereceğim'".

16 - Lafzen, "hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi", yani "ilahî sıfatların yalnız Allah'a mahsus olduğu şeklindeki bilgine aykırı olan bir şeyi" (karş. 29:8).

16. [Lokman,] "Ey yavrucuğum!" [diye devam etti] "Ortada yalnızca hardal tanesi kadar bir şey de olsa, [yaptıklarınız] bir kayanın içinde [saklı] da bulunsa, yahut gökler[in tepesin]de ve yer[in derinliklerin]de de olsa Allah onu aydınlığa çıkarır: çünkü Allah, kuşkusuz, akıl-sır ermez bir [hikmet Sahibi]dir (17) ve her şeyden haberdardır.

17 - Latîf'in "akıl-sır ermez" şeklinde çevrilmesi konusunda bkz. sure 6, not 89. (Bu ibare 6:103'de aynı anlamı yansıtan "(hikmetine) tam nüfûz edilemez olan" şeklinde çevrilmiştir -T.ç.n.)

17. Ey yavrucuğum! Namazında kararlılık göster, doğru ve yararlı olanı emret, kötü ve eğriden vazgeçir, başına gelebilecek her [belaya] sabırla katlan: bu, azim ve kararlılık gösterilmeye değer bir şeydir!
18. "[Yersiz] bir gurura kapılarak insanlara üstünlük taslama ve yeryüzünde küstahça gezip durma: unutma ki Allah, böbürlenerek küstahlık yapanları sevmez.
19. "Davranışlarında ölçülü ve dengeli ol, sesini yükseltme: çünkü, unutma ki, seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır..."
20. ALLAH'IN göklerdeki ve yerdeki her şeyi emrinize verdiğini, (18) nimetlerini açıkça veya gizlice önünüze alabildiğine serdiğini (19) görmez misiniz? Yine de insanlar arasında öylesi var ki, [Allah hakkında] hiçbir bilgisi, bir rehberi ve aydınlatıcı bir vahiy olmadan O'nunla ilgili tartışmalara girer;

18 - Yani, "... her şeyden faydalanmanızı sağladığını", vd. (Karş. 14:32-33, not 46.)

19 - Yani hem görünür ve görünmez kazançları hem de bedenî ve zihnî (yahut ruhî) meziyetleri.

21. ve böyle [insanlara] Allah'ın bahşettiğine tâbi olmaları söylendiğinde, "Hayır, biz, atalarımızdan gördüğümüz [inanç ve eylem biçimlerin]e uyarız!" derler. Öyle mi, ya Şeytan onları yakıcı ateşin azabına çağırmışsa? (20)

20 - "Şeytan" teriminin bu bağlamdaki anlamı için bkz. 2:14, not 10 ve 15:17, not 16. Kur'an'ın başka pek çok yerinde olduğu gibi, yukarıdaki ayet de, taklîd eğiliminin ve uygulamasının kesin şekilde mahkum edilişini gösterir (bkz. 26:74, not 38'de Râzî'den nakledilen görüşler).

22. Kim bütün benliğiyle Allah'a teslim olursa (21) ve aynı zamanda doğru ve yararlı işlerde bulunursa, hiç sarsılmayan [sağlam] bir dayanak elde etmiş olur: çünkü her şeyin akibeti Allah'ın elindedir.

21 - Bkz. 2:112, not 91.

23. Hakikati inkara şartlanmış olana gelince, onun inkarı seni üzmesin: onlar sonunda Bize dönecekler ve o zaman, [hayatta iken] yaptıklarının [gerçekte] ne olduğunu onlara göstereceğiz: çünkü Allah, [insanların] kalplerindekini en iyi bilendir.
24. Onlara kısa bir süre hayatın zevkini yaşatır, ama sonunda şiddetli bir azaba sürükleriz.
25. [ÇOĞU İNSAN] gibi, şayetb (22) onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan, hiç tereddüt etmeden "Allah'tır!" derler. De ki: "[O halde bilin ki] bütün övgüler yalnız Allah'a mahsustur!" Fakat onların çoğu [bunun ne demek olduğunu] bilmez. (23)

22 - Le-in edatının bu şekilde çevrilmesi konusunda bkz. sure 30, not 45.

23 - Yani onlar, hiç düşünmeden ve Allah'ı bütün evrenin Nihaî Sebebi (Ultimate Cause) olarak görmenin mantıksal olarak O'na tam teslimiyeti gerektirdiğini anlamadan kaba bir düşünce alışkanlığına kapılarak bu cevabı verirler.

26. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Şüphesiz yalnız Allah, kendi kendine yeterlidir, bütün övgüler yalnız O'na mahsustur!
27. Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsaydı, denizler de mürekkep, sonra (24) yedi deniz [daha] eklenseydi, Allah'ın sözleri yine de tükenmezdi: çünkü Allah, kudret ve hikmet Sahibidir. (25)

24 - Lafzen, "ondan sonra".

25 - Karş. 18:109'daki benzer pasaj.

28. Hepinizin yaratılması ve yeniden diriltilmesi, [O'nun için] tek bir can[lının yaratılması ve diriltilmesi] gibidir: (26) Şüphe yok ki Allah, her şeyi işiten, her şeyi görendir.

26 - Yani, O'nun kudreti karşısında bir kişinin yaratılması ve yeniden diriltilmesi ile birçok kişinin yaratılması ve diriltilmesi arasında bir fark yoktur; aynı şekilde, bir tek can da, bütün insanlık da O'nun hakimiyet alanı içindedir.

29. Bilmez misin gündüzü kısaltarak geceyi uzatan ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatan Allah'tır; O, her biri belirlenmiş bir vade içinde hareketini sürdüren güneşi ve ayı [kendi yasalarına] tâbi kılmıştır; (27) ve bütün yaptıklarınızdan haberdardır?

27 - Bkz. 13:2, not 5.

30. Gerçek budur: yalnızca Allah, Mutlak Hakikattir, (28) ve insanların O'ndan başka çağırdıkları her şey tamamiyle değersiz ve geçersizdir; çünkü yalnız Allah yüce ve gerçekten uludur!

28 - Bkz. sure 20, not 99.

31. Görmez misin, gemiler Allah'ın lütfu ile denizlerde nasıl yol alıyorlar ve böylece Allah kendi varlığının bazı işaretlerini önünüze nasıl koyuyor? Kuşkusuz bunda, sıkıntılara sonuna kadar göğüs geren ve [Allah'a karşı] derin bir şükran duygusu taşıyanlar için mesajlar vardır.
32. Nitekim, dalgalar onları [ölümün] gölgeleri gibi kuşattığında, [o anda] bütün içtenlikleriyle yalnız ve sadece Allah'a bağlanarak O'na sığınırlar: fakat Allah onları sağ salim kıyıya ulaştırdığında da bir kısmı yolun ortasında [inanmak ile inkar etmek arasında] kalıverirler. (29) Ama hiç kimse, haince bir nankörlüğe kapılmadıkça mesajlarımızı bile bile reddetmez.

29 - Karş. 17:67 ve keza 29:65. Sözkonusu ayetlerde -benzer bir bağlamda- "onlar bazı hayalî güçleri (tekrar) O'na ortak koş[maya başl]arlar" (yuşrikûn) ifadesi yer alır. Denizdeki kasırga temsîli, elbette, hayatta insanın başına gelebilecek her çeşit tehlikeye uygulanabilecek olan bir simgedir.

33. EY İNSANLAR! Rabbinize karşı sorumluluğunuzu unutmayın; ve ne hiçbir anne babanın çocuğuna herhangi bir faydasının erişebileceği, ne de hiçbir çocuğun anne babasına en ufak bir fayda sağlayamayacağı Gün'den korkun! Unutmayın, Allah'ın [yeniden diriltme] vaadi gerçektir: öyleyse, bu dünyanın sizi ayartmasına izin vermeyin, ve Allah hakkındaki müfsitçe düşüncelerinizin sahte cazibesine kapılmayın! (30)

30 - Mesela, kasıtlı olarak bir günah işlenmesi halinde Allah'ın affedeceği şeklindeki avutucu düşüncelere (Sa‘îd b. Cubeyr, Taberî, Beğavî, Zemahşerî'den naklen). Taberî'ye göre ğarûr terimi, kişiyi manevî/ahlakî anlamda "saptıran herhangi bir şeyi" (mâ ğarra) yansıtır. Bu, ya Şeytan, ya başka bir insan veya soyut bir kavram yahut da (57:14'de olduğu gibi) bir "kuruntu" olabilir.

34. Son Saat'in ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir; yağmuru yağdıran O'dur; rahimlerde yer alanı [yalnız] O bilir: (31) Halbuki kimse yarın ne kazanacağını ve hangi topraklarda öleceğini bilmez. [Yalnız] Allah, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.

31 - Bu, yalnızca, henüz doğmamış embriyonun cinsiyetini bilmekle ilgili olmayıp aynı zamanda onun doğup doğmayacağı, doğarsa fıtrî yeteneklerinin ve vasıflarının nasıl olacağı, ayrıca hayatta nasıl bir rol oynayabileceği hususlarını da kapsamaktadır. Hayatın kendisi, önceki ifadede geçen yağmur ile sembolize edilmekte, bu dünyadaki hayatın tamamen sona ermesi ise Son Saat'in vurgulanması ile anlatılmaktadır.

KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: