Meal Seç / Sure Seç

Kaf Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

50 - Kaf
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
İlk ayetinin başındaki k (kâf) harf sembolü ile tanınan bu sure, Hz. Peygamber'in risaletinin dördüncü yılında nazil olmuş görünmektedir. Kur'an'a atıf ile başlayıp biten sure, bütün olarak ölüm ve yeniden dirilme ikiz problemine tahsis edilmiştir.
1. Kâf. (1) DÜŞÜN bu yüce ve özlü Kur'an'ı!

1 - Bu, bazı münferit harf-sembollerin Kur'an surelerinin başında kullanılmasının kronolojik olarak ikinci örneğidir (birincisi 68. sure). Bu sembollerle ilgili görüşler için bkz. Ek II. Bir sonraki cümlenin başındaki ve bağlacını "düşün" şeklinde çevirmem konusunda, bu bağlacın vahyin kronolojik sırasına göre ilk defa geçtiği 74:32 ile ilgili 23. notun ilk yarısına bkz.

2. Onlar içlerinden bir uyarıcının kendilerine gelmesine şaştılar; (2) ve bu hakikat inkarcıları: "Ne tuhaf bir şey bu!" diyorlar,

2 - Bu ayet, toplumun, ilahî bir mesajın "kendi içlerinden biri", yani kendileri gibi ölümlü biri tarafından tebliğ edilmesini "tuhaf görmeleri"nin Kur'an'da ilk defa geçtiği ayettir. Bu, şüphesiz, ilk bakışta Mekkeli müşriklerin Muhammed (s)'in çağrısına karşı takındıkları olumsuz tutuma bir gönderme olup, daha sonra Kur'an'ın başka yerlerinde de pek çok kez tekrarlanması dolayısıyla sözkonusu tarihsel göndermenin ötesine geçen bir boyut da kazanmaktadır. Bu gönderme beşerî gelişmenin herhangi bir safhasında bulunan insanların çoğunda var olan bir eğilime, hitab ettiği kitle ile aynı sosyal ve kültürel arka planı paylaşan bir kişi tarafından tebliğ edildiği ve -Kur'an'da olduğu gibi- özellikle insanın aklına ve ahlakî duyusuna hitab ettiği için herhangi bir esrarlı olağan-dışılık taşımayan dinî tebligata karşı beslenen güvensizlik eğilimine işaret etmektedir. İşte bundan ötürü Kur'an, toplumun, "[diğer ölümlüler gibi] yiyip içen ve çarşı pazar dolaşan" (25:7, ayrıca bkz. 25:20, not 16) bir Peygamber'e "itiraz"ını açıkça zikretmektedir.

3. "Neden [ve nasıl olur da] biz öldükten ve toz-toprak haline geldikten sonra [yeniden diriliriz]? Bu, gerçekleşmesi mümkün ve muhtemel olmayan bir dönüştür!"
4. Biz toprağın onların bedenlerini nasıl çürütüp yok ettiğini (3) iyi biliriz, çünkü katımızda şaşmaz bir sicil vardır.

3 - Lafzen, "yerin onlardan ne eksilttiğini" -Allah'ın yeniden diriltme vaadinin, ölü bedenlerin dağılıp çürümesi gerçeğini tamamen hesaba katmakta olduğuna işaret. Sonuçta, yeniden dirilme, "yeni bir yaratma/yoktan var etme" gibi olacaktır (karş. 10:4, 21:104, 30:11, 85:13 vd.) Bu da, bütün organik tabiatta görülen sürekli yaratma ve yeniden-yaratma sürecini çağrıştırmaktadır (karş. 10:34, 27:64, 30:27).

5. Buna rağmen onlar, [yeniden dirilmeyi inkar edenler,] ne zaman kendilerine tebliğ edildiyse hakikati yalanladılar; ve şimdi bir şaşkınlık içindeler. (4)

4 - Onlar ölümden sonraki hayat düşüncesini peşinen (a priori) reddettiklerinden dolayı bir şaşkınlık içindeler: insan hayatına ilişkin "neden" ve "niçin" sorularına yeterli cevap verememeleri, insanların kaderlerinin birbirinden farklı olması ve tabiatın görünürdeki duygusuz ve kör acımasızlığı, onları şaşırtır: bu problemler, ancak bedenî "ölüm"den sonra hayatın devam edeceğine ve böylece, bütün yaratılışın/oluşun gerisinde bir plan ve amacın yattığına inanmakla çözülebilir.

6. Onlar tepelerindeki gökyüzüne hiç bakmıyorlar mı: onu nasıl inşa ettik, güzelleştirdik ve nasıl bütün kusurlardan, eksikliklerden arındırdık? (5)

5 - Lafzen, "ve onun hiçbir çatlağı [yahut "yarığı"] yoktur".

7. Ve yeryüzü ki; Biz onu genişletip yaydık, üzerine sağlam dağlar yerleştirdik ve üstünde her cins güzel bitki yeşerttik,
8. isteyerek Allah'a yönelen her insana bir basiret ve uyarı vesilesi olarak.
9. Biz gökten bereketli bir su indiririz ve onunla bahçelerin yeşerip büyümesini sağlarız, ve ekin tarlalarının,
10. ve salkım salkım meyveleriyle uzun hurma ağaçlarının,
11. insanlara tahsis edilmiş rızk olarak; ve bun[lar]la ölü toprağa hayat veririz; işte [insanın] ölümden [sonra] yeniden vücuda gelmesi de böyle [olacak]tır.
12. Bu [şimdi yeniden dirilmeyi inkar ede]nlerden önce Nûh'un kavmi de bu hakikati yalanladı ve Ress (6) ve Semûd halkı da,

6 - Bkz. 25:38 ile ilgili not 33.

13. ‘Âd, Firavun ve Lût'un kardeşleri, (7)

7 - "Kardeşler" (ihvân) terimi, burada aynı görüşleri yahut aynı çevreyi paylaşan bir insan grubunu ifade eden mecazî bir ifadedir. Atıfta bulunulan halk Hz. Lût'un sosyal çevresini oluşturduklarından (karş. 7:83 veya 11:77-83), manevî/ahlakî kavramları ve eğilimleri Hz. Lût'unkinden tamamen farklı olmasına rağmen o'nun "kardeş"leri olarak tanımlanmışlardır.

14. ve [Medyen'in] yemyeşil vadilerinin sakinleri ve Tubbe‘ halkı: (8) onların hepsi elçileri yalanladılar; ve bunun üzerine [onları] uyardığım şey başlarına geldi.

8 - "Tubbe‘ halkı" ile ilgili olarak bkz. 44:37 ve ilgili dipnot. "Yemyeşil vadilerin sakinleri", 26:176 ve devamından anlaşıldığı gibi, Medyen (Tevrat'taki Midian) halkıdır. Onların kıssası Kur'an'ın değişik yerlerinde anlatılmıştır. En ayrıntılı olanı için bkz. 11:84-95.

15. O halde, Biz[im] yoktan var etme (9) ile yorgun düş[tüğümüz nasıl düşün]ülebilir? Hayır, ama bazı insanlar (10) yeni bir yaratma[nın mümkün olduğun]dan [hâlâ] şüphe duymaktalar!

9 - Yani, evrenin yahut daha spesifik olarak insanın yaratılması.

10 - Lafzen, "onlar".

16. GERÇEK ŞU Kİ, insanı yaratan Biziz ve onun iç-benliğinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz: çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız.
17. [Ve böylece,] ne zaman [tabiatında mevcut] iki eğilim, sağdan soldan çatışarak karşı karşıya gelseler, (11)

11 - Yukarıdaki cümlenin ilk bölümü -yani yetelakka'l-mutelakkiyân ifadesi- iki şekilde de anlaşılabilir: "kaydetmekle görevli olanlar kaydederler", yahut "birbirleriyle karşılaşmayı amaçlayan iki kişi karşılaşırlar". Klasik müfessirler, kural olarak, ilk anlamı tercih etmişler ve sonuçta pasajı şu şekilde yorumlamışlardır: "İnsanın yaptıklarını kaydetmekle görevli olan iki melek, onun sağında ve solunda oturarak yaptıklarını kaydederler". Ama bana göre iki muhtemel karşılığın ikincisi ("birbirleriyle karşılaşmayı amaçlayan iki kişi"), insanın içindeki benliğin (nefs) "ona fısıldaması"ndan, yani bilinçaltı arzuların telkinlerinden söz eden önceki ayet ile daha anlamlı bir uyum içindedir. Böylece, "birbirleriyle karşılaşmayı amaçlayan iki kişi/güç", buna göre, insanın tabiatında mevcut bulunan iki isteği, veya daha doğrusu, iki temel motivasyonu gösterir: yani bir taraftan onun cinsel olan ya da olmayan (ki tümü modern psikolojide "libido" terimiyle ifade edilmektedir) temel içgüdüsel dürtü ve arzuları, diğer taraftan hem sezgisel hem de düşünsel aklı. "Sağında ve solunda oturarak" (kâ‘id) ifadesi ise, her insanın içinde üstünlük kurmak için çabalayan bu iki gücün çatışan niteliklerini anlatan bir mecazdır: bu nedenle kâ‘id kelimesini "çatışan" olarak çevirdim. Ayrıca bu yorum, 21. ayette, Hesap Günü insanın "bir sürücü ve bir şahit ile" ortaya çıkmasına yapılan gönderme -açık bir şekilde insanın içgüdüsel dürtülerine ve aklına işaret eden bir ifade- ile desteklenmektedir (bkz. aşağıdaki 14. not).

18. insanın söylediği her şeyde yanıbaşında mutlaka bir gözetleyici (12) bulunur.

12 - Yani, vicdanı. "Söylediği her şeyde" ibaresi, önceki ayette değinilen insanın kendi içindeki "fısıldaşması" ile kavramsal bir bağlantı içindedir.

19. Ve [sonra,] ölüm kâbusu, kendisiyle beraber [asıl] gerçeği de (13) ortaya koyacaktır -işte bu, [ey insan,] senin her zaman kaçtığın şeydir!-

13 - Yani, insanın kendi kişiliği ile ilgili gerçekleri kavramasını.

20. ve [yeniden diriliş] sûru, [sonunda] üflenecektir: işte o, bir uyarının gerçek olacağı Gün'dür.
21. Her insan, [kendi geçmiş] iç dürtüleri ve vicdanı ile (14) ortaya çıkacak,

14 - Lafzen, "bir sürücü (sâik) ve bir şâhid ile". Birinci terim, insanın aslî dürtülerini -ve özellikle onu kendi tutkularına sınırsız şekilde bağlayan ve böylece günaha sürükleyen dürtüleri- anlatırken şâhid terimi (ki tarafımdan "vicdan" olarak çevrilmiştir) burada, insanı kendisine karşı "şahidlik yapma"ya -sonraki ayette atıfta bulunulan "perdenin kaldırılması"na- zorlayan kendi manevî/ahlakî gerçekliğinin farkına varmasına yol açan insan vicdanının daha derin katmanlarının uyanışına işaret etmektedir (karş. 17:14, 24:24, 36:65, 41:20 vd.).

22. [ve ona,] "Sen," [denilecek,] "bu [Hesap Günü]nü umursamıyordun, ama şimdi Biz senin (gözündeki) perdeni kaldırdık, bakışın bugün artık daha keskindir!"
23. Ve onun (kişiliğinin) bir parçası: (15) "Her zaman benimle olan işte budur!" (16) diyecek.

15 - Lafzen, "onun yakın arkadaşı" (karînuhû). Karîn terimi, başka bir şey ile "bağlantılı", "ilişkili" yahut "gizli ortak" olan herhangi bir şeyi gösterir (karîn'in "[birisinin] öteki kişiliği" olarak çevrildiği 41:25 ve 43:36 ile karş.) Bu örnekte -21. ayet ile bir arada okunduğunda- insanın "bir parçası" yani onun uyanmış olan ahlakî bilinci kasdedilmiştir.

16 - Yani, günahkarın aklı, kendisini kötülüğe yönelten dürtülerin ve isteklerin her zaman az veya çok bilincinde olmuş, hatta belki de bunlara karşı eleştirici davranmıştır: ama, ayetin devamında gösterildiği gibi, bu gecikmiş ve bu sebeple ahlaken etkisiz kavrayış, insanın sorumluluğunu azaltmaz, belki tersine daha da artırır.

24. [Bunun üzerine Allah:] "Atın, atın (17) cehenneme bütün [bu tür] inatçı hakikat düşmanlarını!" diye emredecek,

17 - Bu örnekte, 26. ayette de olduğu gibi, "atın" emri ikil (tesniye) haliyle (elkiyâ) kullanılmıştır. Birçok klasik dilbilimcinin (ve hemen hemen bütün müfessirlerin) işaret ettiği gibi, bu, özel bir vurgulamayı sağlamak açısından linguistik olarak mümkündür ve sözkonusu emrin vurgulu bir şekilde tekrarlanmasına eşit bir etkiye sahiptir. Diğer taraftan, ikil form, hitab edilen nesnelerin fiilen ikil oluşlarının bir göstergesi olarak da alınabilir: yani, 17. ayette işaret edilen ve 21. ayette de sâik ve şâhid olarak (bkz. yukarıdaki 14. not) tanımlanan ve her ikisi de karşılıklı etkileşim içinde insanın manevî/ruhî çöküşünden ve böylece, öteki dünyada göreceği azaptan sorumlu olan kendi içindeki iki tezahür.

25. "Bu [her] hayra engel olanları, günahkar saldırganları [ve insanlar arasında] güvensizlik ve şüphe yayanları,
26. Allah'ın yanısıra başka ilahlar edinenleri: (18) o halde atın bunları şiddetli azabın içine!"

18 - Bu, yalnızca ilahî vasıflar izafe edilen gerçek veya hayalî varlıkların veya güçlerin kutsanmasını değil, aynı zamanda insanların adeta dinî bir coşku içinde sarıldıkları sahte/düzmece değerlere ve gayriahlakî kavramlara "tapınma"yı da kapsar.

27. İnsanın öteki kişiliği: (19) "Yâ Rabbi!" diyecek, "Onun aklını, bilincini (20) kötülüğe bulaştıran ben değilim; [hayır,] ama o [kendi yüzünden] sapıklığa düştü!" (21)

19 - Lafzen, 23. ayette olduğu gibi, "onun yakın arkadaşı" (karîn): bu ifade, insanın ahlakî bilincini veya aklını göstermiş olabileceği halde (karş. yukarıdaki 15. not), bu örnekte, "konuşan" onun öteki parçasıdır, yani sâik ("onu süren/sürükleyen") teriminde özetlenen ve çoğu zaman şeytân (şeytan veya şeytanî güç: bkz. 14:22 ile ilgili 31. notta değinilen Râzî'nin görüşleri) olarak sembolize edilen, günahkarın içgüdüsel (instinctive) dürtülerinin ve sınırsız, ölçüsüz isteklerinin bileşimidir. Bu anlamda karîn terimi, 41:25 ve 43:36'daki anlamın aynısına sahiptir.

20 - Lafzen, "o [kişi]yi" veya "o [nesne]yi" -insanın düşünme ve kontrol melekesi olan aklına (şehîd) işaret.

21 - Yani insanın zihni moral hakikatlerden sapmadıkça onun şeytanî dürtüleri ve istekleri bir üstünlük sağlayamaz: ve bu gerçek, yukarıdaki 24-25. ayetlerin bu bağlamdaki anlamlarını da açıklamaktadır.

28. [Ve] Allah: "Benim önümde çekişmeyin [ey günahkarlar!]" diyecek, "Çünkü Ben sizi [bu Hesap Günü'ne karşı] uyarmıştım,
29. Benim verdiğim hüküm değişmeyecek; ve Ben kullarıma asla zulmetmem!"
30. O Gün, cehenneme: "Doldun mu?" diye soracağız; o, "[Hayır]" diyecek, "başka yok mu [bana göndereceğin]?"
31. [O Gün] cennet, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyanların görüş sahasına getirilecek (22) ve hiç uzaklaştırılmayacaktır; [ve onlara;]

22 - Lafzen, "yakınlarına getirilecek".

32. "Size vaad edilen [yer] budur!" [denilecek,] -"Allah'a yönelen ve O'nu her zaman aklında tutanlara [vaad edilen]-
33. insan kavrayışının dışında olduğu halde Rahman'ın ürpertisini duyan ve pişmanlık dolu bir kalp ile [O'na] gelmiş olan [herkese]. (23)

23 - Bkz. 24:31'in son cümlesi ve ilgili not 41.

34. Bu [cennete] huzur içinde girin; bu, ebedî hayatın başladığı Gündür!" (24)

24 - Lafzen, "Ebedî İkamet Günüdür".

35. Onlar orada arzu ettikleri her şeye sahip olacaklar, ama (bilsinler ki) katımızda daha fazlası da var.
36. BU[GÜN hakikati inkar ede]nlerden önce -onlardan çok daha güçlü olan- kaç nesli yok ettik: (25) ama [her ne zaman azabımız başlarına geldiyse] yeryüzünde gezginler gibi dolaşıp sığınacak bir yer aradılar. (26)

25 - Bu ayet, yukarıdaki 12-14. ayetlerle ilişkilidir. Eski Arapça kullanımında karn terimi -ki burada "nesil" olarak çevrilmiştir- genelde "birbirini izleyen bir zaman devresi"ni gösterir: bu açıdan "yüzyıl" yahut "aynı dönemin insanları" ve son olarak, kelimenin tarihî anlamıyla "medeniyet" olarak anlaşılabilir. Burada bu sonuncu anlamın kasdedildiği, ayetin devamından anlaşılmaktadır. 26 - Lafzen, "yeryüzü üzerinde araştırma yaparlardı (nekkabû): sığınılacak bir yer var mı?" -medeniyetlerinin çöküşünden sonra bütün çabalarının hayatta kalmaya yönelik olduğuna işaret.

37. Bunda şüphesiz kalpleri açık olanlar, (27) [yani] uyanık bir zihinle kulak verenler için bir uyarı vardır; (28)

27 - Zemahşerî'nin yorumu; lafzen, "bir kalp sahibi olanlar".

28 - Lafzen, yahut "kulak verir ki o bir şahittir (ve huve şehîdun)"; Zemahşerî bu son ifadeyi, "aklını işleterek", yani uyanık bir zihinle şeklinde açıklar (karş. şehîd kelimesinin ayet 21'deki benzer kullanımı). Yukarıdaki cümleciğin başındaki "yahut" (ev) bağlacı bir alternatifi belirtmek için kullanılmış olmayıp, tersine -Kur'an'da sıkça kullanıldığı gibi- daha önce söylenmiş olan bir sözü genişletmeyi/aydınlatmayı amaçlayan "yani", "başka bir deyişle" gibi ifadelere benzeyen açıklayıcı bir fonksiyona sahiptir.

38. ve Bizim gökleri ve yeri ve aralarındaki her şeyi altı devrede yarattığ[ımızı] ve bizi hiçbir yorgunluğun etkilemedi[ğini bilenler için]. (29)

29 - Bu pasajın bütünü (36-38. ayetler), "kalbi açık herhangi biri" tarafından kavranabilir olan Allah'ın kudretini vurgulamaktadır. Yukarıda, Allah'ın evreni "altı devrede" yarattığı ifadesi, Kur'an'ın nüzul kronolojisi içinde ilktir. Bu bağlamda vurgulanması gereken husus, eski Arap dili kullanımında yevm (gün) teriminin her zaman yirmidört saatlik "yeryüzü günü"nü göstermeyip aynı zamanda uzun ya da kısa herhangi bir zaman dilimini ifade ettiğidir. Burada ve Kur'an'ın başka yerlerinde kozmik bir anlam ile kullanılan eyyâm (günler) çoğul ismi ise, en doğru olarak "devre" şeklinde çevrilebilir. Allah'ın yaratma sürecinden "yorulması"nın imkansızlığının vurgulanması, bu pasajı bu surenin 15. ayetine bağlamakta ve böylece, Allah'ın ölüyü yeniden diriltme kudretine işaret etmektedir.

39. O HALDE [ey müminler,] onların söyleyebilecekleri her şeye (30) karşı sabırlı olun ve güneşin doğmasından ve batmasından önce (31) Rabbinizin sınırsız ihtişamını yüceltin ve hamd edin;

30 - Zımnen, "yeniden diriltmenin sözde imkansızlığı konusunda".

31 - Yani, "O'nun kudretini günün her ânında hatırlayın".

40. geceleri ve her namazın sonunda (32) O'nun şanını yüceltin.

32 - Lafzen, "secdelerin sonlarında (edbâr)".

41. Ve [ölüm] çağrısında bulunan Allah'ın [sizi] yakından (33) çağıracağı o Güne [daima] kulak verin;

33 - Lafzen, "yakın bir yerden" -yani insanın bizzat kendi içinden: "Biz ona şah damarından daha yakınız" diyen 15. ayetin bir yankısı. Burada sözü edilen "çağrı", insanın daima gözönünde bulundurmak zorunda olduğu ölüm çağrısıdır.

42. [ve kendi kendinize düşünün] bütün [insanoğlunun] nihaî çağrıyı gerçekten duyacağı Gün[ü], [ölümden] hayata dönecekleri Günü.
43. Gerçek şu ki, hayat veren ve ölümü getiren Biziz; her yol, Bizim katımızda menziline varır,
44. onlar [Allah'ın hükmüne doğru hızla] koşarken yeryüzünün çepeçevre yarılıp parçalanacağı Gün: bu toplanma, Bizim için kolay olacaktır.
45. Biz onların, [o yeniden dirilmeyi inkar edenlerin] ne söylediklerini iyi biliyoruz; ve sen onları hiçbir şekilde [inanmaya] zorlayamazsın. Ama sen yine de Benim uyarımdan korkabileceklere bu Kur'an aracılığıyla hatırlatmada bulun.
KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: