Meal Seç / Sure Seç

Kamer Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

54 - Kamer
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Râzî'nin işaret ettiği gibi, bu surenin ilk ayeti önceki surenin (Necm) son ayetlerinin, özellikle 57. ayetin adeta bir devamı gibi görünmektedir -"yakın olan şu [Son Saat] daha da yaklaşıyor"-: ve böylece her iki ayetin aşağı yukarı aynı dönemde, yani Muhammed (s)'in peygamberliğinin ilk döneminin sonuna doğru (muhtemelen dördüncü yılında) nazil olduğunu varsayabiliriz.
1. SON SAAT yaklaşacak ve ay yarılacak! (1)

1 - Birçok müfessire göre bu ayet, Hz. Peygamber'in çağdaşlarının çoğu tarafından gözlendiği rivayet edilen bir olguyu kasdetmektedir. Bazı sahâbîlere kadar uzanan birçok rivayette anlatıldığı üzere, bir gece ay sanki iki parçaya ayrılmış gibi göründü. Bu rivayetlerin sübjektif gerçekliğinden kuşkulanmak için bir sebep yoksa da, gerçekte meydana gelen şeyin, alışılmamış optik bir yanılsamaya yol açan, yine aynı ölçüde alışılmamış bir tür kısmî ay tutulması olması muhtemeldir. Fakat o olayın mahiyeti ne olursa olsun, yukarıdaki ayetin ona değil de gelecekteki bir olaya, yani Son Saat yaklaşırken meydana geleceklere ilişkin olduğu kesin gibidir. (Kur'an, çoğunlukla geçmiş zaman kipini geleceği göstermek için kullanır; Son Saat'in ve Kıyamet Günü'nün geleceğinden bahseden pasajlarda da böyledir; geçmiş zaman kipinin bu şekilde kullanılması, fiilin ilişkin olduğu olayın kesinliğini vurgulamak içindir.) (M. Esed bu kesinliği ifade için kendi çevirisinde cümleyi geniş zaman kipiyle kurmuşsa da, Türkçe'de aynı kesinlik etkisi gelecek zamanla daha iyi ifade edilebildiğinden biz gelecek zaman kipi kullandık - T.ç.n.) Böylece Râğıb, inşekka'l-kamer ("ay yarıldı") ifadesinin, Kıyamet Günü'nden önce vuku bulacak olan kozmik felaketi -dünyanın sonu olarak bildiğimiz vâkıayı- gösterdiği şeklinde yorumlanmasını haklı görmüştür (bkz. Müfredât'ta şekka maddesi). Zemahşerî tarafından zikredildiği gibi, bu yorum bazı ilk dönem müfessirler tarafından desteklenmiştir ve bana, yukarıdaki ayette ayın "yarılması" ile Son Saat'in yaklaşması arasında ilgi kurulmuş olması açısından ikna edici görünmektedir. (Bu bağlamda, Son Saat'in ve Kıyamet Günü'nün "yakınlığı"na yapılan hiçbir Kur'ânî atıfın beşerî "zaman" kavramına dayalı olmadığını aklımızdan çıkarmamalıyız.)

2. Ama eğer onlar, [Son Saat düşüncesini tamamen reddedenler, onun yaklaştığının] işaretini görselerdi, sırtlarını dönerler ve "(Bu,) hep olagelen bir göz yanılmasıdır!" derlerdi,
3. çünkü onlar kendi arzu ve heveslerine uyarak bunu yalanlamaya şartlanmışlardır. (2) Ama her şeyin doğruluğu sonunda ortaya çıkacaktır. (3)

2 - Lafzen, "onlar [bunu] yalanlamışlardır": Son Saat'in ve Kıyamet Günü'nün yalanlanmasına işaret. Geçmiş zaman kipinin kullanılması, bilinçli bir niyeti ve kararlılığı göstermektedir (karş. sure 2, not 6). Sihr terimini "göz yanılması" olarak çevirmem konusunda bkz. sure 74, not 12.

3 - Lafzen, "her şey, [kendi] varlığıyla kendini gösterir": yani, her şey kendi öz gerçekliğine (hakîkat) sahiptir ve bu gerçekliğini ya bu dünyada, ya da ötekisinde gösterecektir (Beğavî, Kelbî'nin rivayetine dayanarak); bundan dolayı, her şeyin kendisine özgü bir amacı yahut "hedef"i olmalıdır (Zemahşerî). Bu iki tamamlayıcı yorum, var olan veya meydana gelen her şeyin bir anlama veya amaca sahip olduğu şeklindeki müteaddit Kur'ânî ifadeyi yansıtmaktadır: karş. 3:191, 10:5 ve 38:27 (özellikle, bkz. 10:5, not 11). Bu bağlamda, yukarıdaki ifade, hem önceki ayetlerde işaret edilen hakikati hem de bu hakikatin "[yalnızca] kendi arzu ve heveslerine tâbi olanlar" tarafından reddedilmesini kapsamaktadır.

4. Ve bakın, onlara [küstahlıklarını] önleyecek (4) birçok haber gelmiştir;

4 - Lafzen, "içinde bir sınırlama bulunan": yani, görünür tabiatta Allah'ın yoktan var etmesinin ve yeniden yaratmasının birçok göstergesinin bulunduğu ve fiziksel ölümden sonra hayatın devam edeceği ve kişinin bu dünyadaki davranış ve tutumlarının öteki dünyada mutlaka belli sonuçlarının olacağı gerçeğinin Allah'tan vahiy alan peygamberler tarafından haber verilmesine işaret.

5. (ve onlara aslında) kapsayıcı hikmet [verilmişti]: ama bütün uyarılar boşa gitti[ğinden],
6. sen (yine) onlardan uzak dur. Çağrı Sesinin, [insanı] aklın tasavvur edemeyeceği (5) bir şeye çağıracağı Gün,

5 - Lafzen, "bilinmeyen" (nukur) -"insanların benzeri bir şeyle karşılaşmadıkları için hiçbir zaman bilemiyecekleri [yani, gözlerinde canlandıramayacakları] şeyler" (Zemahşerî).

7. onlar kederli gözlerle, [rüzgarın] dağıtıp savurduğu çekirgeler gibi mezarlarından kalkacaklar,
8. Çağrı Sesine doğru şaşkınlık içinde koşacaklar; [ve şimdi] hakikati inkar edenler: "Bu ne felaket bir Gün'dür!" diye haykıracaklar.
9. BUNLARDAN, [şimdi yeniden dirilmeyi inkar edenlerden] önce Nûh'un kavmi de o'nu yalanlamıştı; onlar kulumuzu yalanlamışlar ve "O, bir delidir!" demişlerdi, (ve bundan dolayı) o kovulup defedilmişti. (6)

6 - Bkz. Hz. Nûh ve Tufan kıssasının daha geniş bir şekilde anlatıldığı 11:25-48.

10. Bunun üzerine (Nûh,) Rabbine: "Doğrusu ben yenik düştüm, artık Sen gel ve bana yardım et!" şeklinde yalvardı.
11. Biz de seller gibi akan bir su ile göğün kapılarını açtık
12. ve toprağın pınarlar halinde fışkırmasını sağladık ki sular önceden belirlenmiş bir amaca hizmet etsin:
13. ama o'nu [sadece] tahtalar ve çivilerden yapılmış o [gemi] ile taşıdık,
14. ve (gemi), gözlerimizin önünde (7) akıp gitti: (bu,) nankörce reddedilmiş olan o (Nûh) için bir ödüldü.

7 - Yani, "gözetimimiz/korumamız altında". Hz. Nûh'un gemisinin "sadece tahtalardan ve çivilerden yapılmış olması" ise, bunun -ve öteki insan yapısı eserlerin- zayıflığını vurgulamak içindir.

15. Ve böyle [yüzen gemi]leri [insana rahmetimizin] ebedî bir işareti kıldık: (8) öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen? (9)

8 - Bkz. 36:41-42 ve ilgili dipnotları 22 ve 23. Yukarıdaki ifade, lafzen, "onları [yahut "böylelerini"] ... bir işaret olarak bıraktık" şeklindedir. İbni Kesîr, teraknâhâ'daki hâ zamirinin "gemi cinsi" araçlara (cinsu's-sufun) râci olduğunu söyler ve bu konuda yukarıda sözü edilen pasajı (36:41-42) nakleder; bu nedenle parantez içinde "yüzen gemiler" açıklamasını ekledim. Burada değinilen "işaret", Allah'ın insan beynini icatçılık yeteneğiyle ve dolayısıyla bilinçli çabası sayesinde hayatının imkanlarını zenginleştirme gücü ile donattığına işarettir.

9 - Lafzen " ... kimse var mı?" Yukarıdaki cümle bu surede nakarat gibi defalarca tekrarlanmaktadır.

16. Ve uyarılarım gözardı edildiğinde verdiğim azap ne şiddetlidir! (10)

10 - Lafzen, "Benim azâbım ve uyarılarım nasılmış" -yani, uyarılardan sonraki azabım. Bu cümle, geçmiş zaman kipinde ifade edilmiş olmasına rağmen, tartışmasız bir biçimde zamanlar üstü bir muhtevaya sahiptir.

17. Bu nedenle Biz bu Kur'an'ı akılda kolay tutulur kıldık: (11) öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?

11 - Zikr ismi, öncelikle "hatırlama"yı, yahut -Râğıb'ın tanımladığı gibi- "[bir şeyi] zihinde tutma"yı gösterir. Bu terim, yukarıdaki bağlamda ve 22, 32 ve 40. ayetlerde kullanıldığı şekliyle, kavramsal olarak, anlama ve hatırlama ikiz mefhûmunu yani, bazı şeyleri zihinde taşımayı kapsar.

18. ‘ÂD [kavmi de] hakikati yalanlamıştı: ve uyarılarım gözardı edildiğinde verdiğim azap ne şiddetliydi!
19. Biz onların üstüne müthiş uğursuz bir günde şiddetli bir kasırga gönderdik:
20. (bu kasırga,) insanları köklerinden koparılmış hurma kütükleri gibi savurup attı. (12)

12 - 69:6-8'de zikredildiği gibi, bu rüzgar -son derece şiddetli bir kum fırtınası- yedi gece ve sekiz gün kesintisiz olarak devam etti. ‘Âd kavminin özellikleri için bkz. 7:65, not 48'in ikinci yarısı.

21. Zaten uyarılarım gözardı edildiğinde verdiğim azap ne şiddetlidir!
22. Bu nedenle Biz bu Kur'an'ı akılda kolay tutulur kıldık: öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?
23. SEMÛD [kavmi de] bütün uyarılarımızı yalanlamıştı;
24. ve şöyle demişlerdi: "Biz kendi içimizden çıkan bir fâniye mi uyacağız? (13) O takdirde biz mutlaka hataya ve ahmaklığa dûçâr oluruz!

13 - Bu belâgat gereği sorulan sorunun genel anlamı için bkz. 50:2, not 2. Semûd kavminin peygamberi Hz. Salih'in ve dişi deve olayının kıssası için bkz. 7:73-79, 11:61-68, 26:141-158 ve ilgili notlar.

25. Neden içimizden bir tek o'na [ilahî] öğüt ve uyarı indirildi? Hayır, o küstah bir yalancıdan başka bir şey değil!"
26. [Allah:] "Onlar yarın (14) kimin küstah ve yalancı olduğunu görecekler!" dedi,

14 - Yani, yakında. Klasik Arapça'da ğaden ("yarın") terimi, çoğunlukla göreceli bir yakın gelecek için kullanılır ki bu da "zamanla" veya "yakında" olduğu kadar (lafzî manada) "yarın" anlamlarını ifade eder. Bu nedenle -bütün otoriteler tarafından işaret edildiği gibi- sözkonusu terim, yukarıdaki bağlamda bu surenin birinci ayetinde "yaklaştığı"ndan söz edilen Son Saat ile ilgili olarak kullanılmış olabilir.

27. "Bak [ey Salih,] Biz bu dişi deveyi onlar için bir sınama olsun diye (15) gönderiyoruz; sen onları sadece seyret ve sabırlı ol.

15 - Semûd için bir "sınama olarak gönderilen" dişi deveye yapılan bu ve öteki Kur'ânî atıflar için bkz. sure 7, not 57. Allah'ın "onu göndermesi", bu bağlamda ona, sınama olması için "izin vermek" ile eş anlamlıdır.

28. Onlara [kuyu] sularının aralarında paylaştırılacağını bildir; (16) her birine eşit paylar [şeklinde.]"

16 - Yani, onların kendi sürüleri ile sahipsiz dişi deve arasında: bkz. 26:155 ve ilgili not 67.

29. Ama onlar [en yakın] adamlarını çağırdılar; o [gelir gelmez kötü bir işe] kalkıştı ve [hayvanı] vahşice boğazladı: (17)

17 - ‘Akara'nın yukarıdaki şekilde çevrilmesi konusunda bkz. 7:77, not. 61.

30. uyarım gözardı edildiğinde verdiğim azap ne şiddetlidir!
31. Biz onlara [ceza olarak] bir tek darbe vurduk (18) ve bir çiftliğin kurumuş, kırılmış fidanlarına döndüler.

18 - Bkz. 11:67, not 98.

32. Bu nedenle Biz bu Kur'an'ı akılda kolay tutulur kıldık: öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?
33. LÛT halkı [da] bütün uyarılar[ımız]ı gözardı etmişti:
34. onların üzerine de öldürücü bir kasırga saldık (19) ve şafak vakti yalnız Lût'un ailesini kurtardık,

19 - Yani, "azap [kasırgası]": bkz. 11:82 ve ilgili not 114 -Hz. Lût'un ve aralarında yaşadığı halkın kıssası değişik yerlerde, en geniş olarak da 11:69-83'de anlatılmıştır.

35. katımızdan bir nimet olarak: işte biz şükredenleri böyle ödüllendiririz.
36. Aslında o, Bizim cezalandırma gücümüz konusunda onları uyarmıştı; ama onlar bu uyarılara hep şüpheyle baktılar,
37. ve hatta o'ndan misafirlerini [kendilerine] teslim etmesini istediler: (20) bunun üzerine onları (gerçeği) görmekten yoksun bıraktık: (21) "Uyarılarım gözardı edildiğinde başınıza gelen azabı tadın bakalım!" [diye seslendik.]

20 - Bkz. 11:77-79 ve ilgili dipnotlar.

21 - İbni ‘Abbâs'a göre (Râzî tarafından nakledildiği üzere), tamsu'l-‘ayn ifadesi ("basîretten/görme yeteneğinden yoksun bırakma"), burada "birinin idrakinden [bir şeyi] saklamayı/gizlemeyi" (hacb ‘ani'l-idrâk ) gösterir. Bu nedenle, tamesnâ a‘yunehum ifadesi, Allah'ın onları, kötü/şeytanî eğilimlerinden dolayı, bütün manevî/ahlakî değerlerden yoksun bıraktığı (karş. 36:66 ve ilgili notlar) ve böylece onları bu dünyada ve ötekinde acı bir azabı tatmaya -ayetin devamından anlaşıldığı gibi- mahkum ettiği anlamına gelir.

38. Nitekim sabahın erken vaktinde (etkileri) kalıcı bir azap onları yakaladı:
39. "Uyarılarım gözardı edildiğinde başınıza gelen azabı tadın bakalım!"
40. Bu nedenle, Biz bu Kur'an'ı akılda kolay tutulur kıldık: öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?
41. Firavun halkına [da] kesinlikle bu tür uyarılar gelmişti;
42. onlar Bizim bütün mesajlarımızı yalanlamışlardı: bunun üzerine, yalnızca, her şeyin belirleyicisi olan Kudret Sahibinin hesap soracağı şekilde onlara hesap sorduk. (22)

22 - Lafzen, "kudret sahibinin yakalaması gibi onları yakaladık". "Firavun halkının" özel olarak anılmasının sebebi, Mısırlıların, bu pasajın ve öncekinin atıfta bulunduğu antik çağdaki en gelişmiş ve en güçlü millet olmasıdır.

43. ÖYLEYSE, [şimdi] sizden hakikati inkar edenler (23) diğerlerinden daha mı iyidirler; yoksa [kadîm ilahî] hikmet belgelerinde sizin için dokunulmazlık [sözü] mü verildi? (24)

23 - Lafzen, "sizin hakikat inkarcılarınız".

24 - Bkz. sure 21, not 101.

44. Yoksa onlar, "Biz yek vücut olmuş bir grubuz, [ve bundan dolayı] üstünlük bizim hakkımız!" mı diyorlar? (25)

25 - Bu düşüncenin gerisindeki mantık şöyle özetlenebilir: "Bu sözde ilahî vahiyleri inkar eden bizler, çok geniş bir kitleyi oluşturuyoruz; ve görüşlerimiz bu kadar çok insan tarafından kabul edildiğine göre demek ki doğrudur ve bu nedenle sonunda üstün gelecektir". Başka bir deyişle, "hakikat inkarcıları" olarak tanımlanan halk, güçlerini yalnızca "çoğunluğun görüşü"nü temsil etmelerine bağlamaktadırlar -tamamen materyalist bir dünya görüşüne dayanan bir kuruntu.

45. [Ama hakikati inkar edenlerin] ordusu bozguna uğrayacak, arkalarını dönecek [ve kaçacak]lar! (26)

26 - Hz. Peygamber'in, bu ayeti Bedir Savaşı'nın hemen öncesinde tebliğ ettiği gerçeği (bkz. 8:10, not 10), birçok müfessiri, bu ayetin Müslümanların gelecekte müşrik Kureyşlilere karşı zafer kazanacaklarını haber veren bir öngörü olarak vahyedildiğini kabul etmeye yöneltmiştir. Bu yorum mümkündür ama, yine de yukarıdaki pasajın, önceki notta açıklanan daha geniş, zamanlar üstü bir anlama sahip olduğuna inanıyorum. Bu görüş, günahkar toplumun bir bütün olarak bu dünyada uğrayacağı manevî/ahlakî ve toplumsal yıkım dışında bilinçli günahkarlığının öteki dünyadaki sonuçlarından da söz eden müteakip ayetlerce de desteklenmektedir.

46. Evet! Son Saat, onların kaderleriyle gerçekten buluşacakları andır; (27) ve o Son Saat en korkunç ve en acı [an] olacaktır:

27 - Lafzen, "onlar için belirlenmiş zaman" (mev‘iduhum).

47. çünkü, günaha batmış olanlar [o zaman, görecekler ki] sapıklıkta ve ahmaklıkta kaybolup gitmişler! (28)

28 - Bkz. yukarıdaki ayet 24.

48. Yüzükoyun ateşe sürüklenecekleri o Gün (29) [onlara denilecek:] "Cehennem ateşinin dokunuşunu tadın bakalım şimdi!"

29 - Bkz. 33:66 ile ilgili not 83 ve 25:34 ile ilgili not 30.

49. BAKIN, Biz her şeyi gerekli ölçü ve nisbette yarattık;
50. Bizim [bir şeyi] takdir etmemiz ve [onun meydana gelmesi] göz kırpması gibi bir anlık bir [fiil]dir. (30)

30 - Yani, Allah'ın bir şeyi yaratmak "istemesi" ile onu "yaratması" arasında bir zaman farkı ve bir kavramsal farklılık yoktur, çünkü "O, bir şeyin olmasını istediği zaman ona sadece "Ol!" der -ve o (şey hemen) oluverir" (2:117, 3:47, 16:40, 19:35, 36:82 ve 40:68). "Göz kırpma" ile karşılaştırma, elbette ki yalnızca deyimseldir, yani insanın bazı şeyleri anında kavramasını ifade etmektedir. Bu bağlamda -ayetin devamından görüleceği gibi- Allah'ın dilediği zaman günahkar bir toplumu yok edebilmesindeki sürate işaret etmektedir.

51. Nitekim, [geçmişte] sizin gibi toplumları yok ettik: öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?
52. [Onlar gerçekten suçluydular,] çünkü yaptıkları bütün [kötülükler], [ilahî] hikmetin [kadîm] belgelerinde [kendilerine gösterilmiştir]; (31)

31 - Yani, eskiden vahyedilmiş metinler (zubur) iyi ile kötünün anlamını onlara açıkça gösterdi, ama onlar bu öğretiyi isteyerek gözardı ettiler veya bilerek reddettiler. Yukarıdaki ayet, birinci olarak, bütün vahyedilmiş dinlerdeki temel ahlakî öğretilerin aynı olduğunu, ikinci olarak da Allah'ın "bir toplumu, [doğru ile eğrinin anlamı konusunda] bilgisiz/habersiz olduğu sürece, yaptığı yanlışlıklardan dolayı yok etmeyeceğini" gösterir (bkz. 6:131-132, 15:4, 26:208-209 ve ilgili notlar).

53. ve [insanın yaptığı] her şey, ister küçük isterse büyük olsun, [Allah'ın nezdinde] kaydedilmektedir.
54. [Bu nedenle,] Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar, kendilerini bir bahçeler ve akarsular [cennetin]de bulacaklar,
55. her şeyin belirleyicisi olan Kudret Sahibi'nin huzurunda, (saf) gerçeğin tahtı üzerinde...
KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: