Meal Seç / Sure Seç

Vakia Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

56 - Vakia
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Eldeki bütün deliller, bu surenin Hicret'ten yaklaşık yedi yıl önce nazil olduğunu göstermektedir.
1. GERÇEKLEŞECEK olan (1) [sonunda] gerçekleştiği zaman,

1 - Yani, Son Saat ve Yeniden Dirilme.

2. onun yalan olmadığı apaçık ortaya çıkacaktır;
3. o, [bazılarını] alçaltan, [diğerlerini] yücelten(dir)!
4. Yer [şiddetli] bir sarsıntı ile sarsıldığında,
5. ve dağlar ufalana ufalana,
6. toz-toprak haline geldiğinde
7. [işte o Gün,] siz üç sınıf[a ayrılmış] olacaksınız:
8. Kiminiz doğruyu bulmuşlardan olacak: (2) Ah! ne [mutlu] kimselerdir doğruyu bulmuş olanlar!

2 - Lafzen, "sağdakilerden" [yahut "sağdaki insanlardan"]: bkz. 74:39, not 25.

9. Ve kiminiz kötülüğe batmışlardan (3) olacak: Ah! ne [mutsuz] kimselerdir kötülüğe batmış olanlar!

3 - Lafzen, "soldakilerden" [yahut "soldaki insanlardan"]: meymenet ifadesinin "doğruyu bulmuş olanlar" manasında mecaz olarak kullanılması gibi meş'emet terimi de "kötülüğe batmayı" (mesela, 90:19'da) göstermek için kullanılır. Bu her iki mecazın kökeni, gelecekteki bazı olayların, kuşların belli dönemlerdeki uçuş yönlerine bakılarak tahmin edilebileceği inancına dayanır: eğer sağ yöne doğru uçmuşlarsa uğurlu gelecek, uçuş sola doğru ise tersi. Bu eski inanış zamanla dilin kullanımına yansımış, böylece "sağ" ve "sol" kavramları, az veya çok "uğurlu" veya "uğursuz" ile eş anlamlı hale gelmiştir. Kur'an'ın deyimsel kullanımında bu iki kavram, sırasıyla, "doğruluk/dürüstlük" ve "eğrilik/kötülük"e dönüşmüştür.

10. Önde olanlar ise [hayatta iken, inanç ve güzel fiillerde] öne çıkanlar olacak:
11. [her zaman] Allah'a yakınlık sağlayanlar!
12. [Onlar] esenlik ve mutluluk bahçelerinde [yaşayacaklar,]
13. çoğu eski zamanların,
14. ama [sadece] pek azı sonraki dönemlerin (insanları). (4)

4 - "Çoğu" ve "pek azı" ifadelerindeki vurgu, insanların inançlarındaki ve ahlakî gelişmelerindeki mükemmellik unsurunun tarihî süreç içinde giderek azalmasına bir işarettir. (Bkz. ayrıca 39-40. ayetler ile ilgili not 16.)

15. Onlar, altın işlemeli mutluluk tahtlarına [kurulacaklar],
16. (ve) birbirlerine [sevgi ile] bakarak uzanacaklar. (5)

5 - Bkz. yukarıdaki iki ayetin sembolizmini açıklayan 15:47 ile ilgili not 34.

17. Onları ölümsüz gençlikler bekleyecek,
18. tertemiz kaynakların suyundan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve fincanlarla, (6)

6 - Bu, "cennet" olarak adlandırılan yerdeki yaşayışın bozulmazlığına -yani ebedî gençliğe- sembolik bir işarettir. (Ayrıca bkz. müteakip iki not.)

19. ne kafalarını dumanlayan ne de onları sarhoş eden (bir su)
20. ve seçebilecekleri her çeşit meyveyle,
21. ve canlarının çekebileceği her çeşit kuş etiyle. (7)

7 - Bu ve cennetin güzellikleri ile ilgili öteki Kur'ânî tanımlamalar konusunda bkz. 32:17 ve özellikle ilgili dipnot 15. Sözkonusu notta zikredilen meşhur hadîs, öteki dünyadaki insan hayatının durumu yahut niteliği konusundaki her Kur'ânî atıf için gözönünde bulundurulmalıdır.

22. Ve en güzel gözlü saf ve temiz eşler (8) [yanlarında olacak],

8 - Hûr ismi -ki ben onu "saf ve temiz eşler" olarak çevirdim- hem müzekker ahver'in hem de müennes havrâ'ın çoğuludur. Bu her iki terim de, "havar sayesinde ayırd edilen bir kişi"yi tanımlar. Havar, "göz küresinin yoğun beyazlığı ile ‘iris'in parlayan siyahlığının kontrastı"nı gösterir (Kâmûs). Daha genel anlamda havar, "beyazlık" (Esâs) yahut moral bir vasıf olarak "sağlık" anlamına gelir (karş. Taberî, Râzî ve İbni Kesîr'in 3:52'deki havâriyyûn terimi ile ilgili açıklamaları). Bu sebeple (ikinci kısmındaki ‘în kelimesi a‘yan kelimesinin çoğulu olan) hûrin ‘în bileşik ifadesi aşağı yukarı "en güzel gözlere sahip saf ve temiz varlıklar [ya da, daha spesifik olarak "saf ve temiz eşler"]i gösterir. Râzî 52:20'deki aynı ifade ile ilgili yorumunda, insanın gözleri onun ruhunu bedenin başka herhangi bir uzvundan daha çok yansıttığı için, ‘în, "zengin ruhlu" yahut "engin ruhlu" olarak anlaşılabilir. İlk Kur'an müfessirlerinin büyük bir kısmı -Hasan Basrî de aralarındadır- hûr terimini daha ziyade dişi karakterde algılamışlar ve bu terimi "kadın cinsi arasındaki dürüst ve erdemli kimseler" şeklinden başka türlü anlamamışlardır (Taberî) -"dişleri dökülmüş bu yaşlı kadınlarınızı [bile] Allah yeni varlıklar olarak diriltecektir" (Hasan Basrî, Râzî'nin 44:54 ile ilgili yorumunda nakledilmiştir). Bu bağlamda bkz. ayrıca 38:52 ile ilgili not 46.

23. kabuklarının içinde saklı bulunan inciler gibi.
24. [Hayatta iken] yaptıklarının bir ödülü [olacak bu].
25. Orada ne boş konuşmalar duyacaklar, ne de günaha yönelten bir çağrı,
26. ama sadece iç sükûneti ve barış müjdesi. (9)

9 - Lafzen, "yalnız selâm sözü". Bu son terim konusunda bkz. 19:62, not 48 ve 5:16, not 29.

27. DÜRÜST ve erdemli bir hayat yaşayanlara (10) gelince, nedir bu dürüst ve erdemli hayat sürenler(in ödülü)?

10 - Lafzen, "sağdakilere." Bazı müfessirlere göre onlar, "inanıp doğru ve yararlı işler yapmakta" her zaman fazla önde olmayan, ama hata yaptıktan ve günah işledikten sonra tedrîcen dürüstlüğe ve erdemliliğe ulaşanlardır (Râzî). Ama "önde olanlar" kadar iyi bir hayata sahip olamasalar da nihaî kazançları, ötekiler ile aynı ruhî doygunluk seviyesine onları ulaştırır.

28. [Onlar,] meyve dolu sidre ağaçları (11) arasında [bulacaklar kendilerini],

11 - Bkz. 53:14, not 10.

29. çiçeklerle bezenmiş akasyalar,
30. genişçe yayılmış gölgeler, (12)

12 - Bkz. 4:57, not 74.

31. fışkıran sular,
32. ve bol bol meyveler,
33. hiç eksilmeyen, hiç tükenmeyen.
34. Ve yüceltilmiş eşler[i onlarla olacak]: (13)

13 - Yahut: "[onlar] yükseltilmiş sedirler [üzerinde uzanacaklar]." Benim tercih ettiğim çeviri, en önde gelen bazı müfessirlerin kabul ettikleri çeviridir (mesela Beğavî, Zemahşerî, Râzî, Beydâvî vb.). Bunun iki gerekçesi vardır: birincisi, Klasik Arapça'da firâş terimi (lafzen "yatak" veya "sedir") çoğunlukla mecazî olarak "kadın"ı veya "koca"yı anlatmak için kullanılır (Râğıb; ayrıca Kâmûs, Tâcu'l-‘Arûs, vb.); ikincisi, hemen arkasından gelen ayette Allah "onları (hunne) yenilenmiş bir hayatta tekrar var edeceği" ifadesinde bulunmaktadır. (Bu yorum çerçevesinde Zemahşerî, cennetin sakinlerinden "... onlar ve eşleri mutluluk içinde sedirlere uzanacaklar" şeklinde söz eden 36:56. ayeti de zikreder.) Şüphe yok ki "yüceltilmiş eşler" -yani nimeti hak edenlerin seviyesine yükseltilmiş olan eşler- yukarıdaki 22. ayette ve aynı zamanda 44:54, 52:20 ve 55:72'de zikredilen hûr ile özdeştir.

35. çünkü, Biz onları yenilenmiş bir hayatta tekrar var etmiş olacağız,
36. ve bakireler olarak dirilteceğiz, (14)

14 - Lafzen, "ve onları bakireler yapmış olacağız". Birçok sahih Hadise göre (tamamiyle Taberî ve İbni Kesîr tarafından nakledilmişlerdir) Hz. Peygamber, değişik zamanlarda buyurmuştur ki, bütün dürüst ve erdemli kadınlar yeryüzünde iken ne kadar yaşlı ve çökmüş olurlarsa olsunlar bakire kızlar olarak diriltilecekler ve erkek eşleri gibi, cennette gençliklerini ebediyyen muhafaza edecekler.

37. sevgi dolu ve uyum içinde,
38. dürüst ve erdemli olanlarla: (15)

15 - Yani, cennetin bütün öteki sakinleri ile aynı imtiyazlara sahip olarak. Yukarıda "uyum içinde" şeklinde çevrilen -ayrıca 38:52 ve 78:33'de de aynı şekilde çevrilmiş olan- etrâb terimi (tekili tirb) konusunda, onun öncelikle "aynı yaşta olan [kişiler]"i (birçok müfessir tarafından kabul edilen anlam) gösterdiğine şüphe yoktur; ancak bütün dilbilim otoriteleri tarafından işaret edildiği gibi, bu terim, aynı zamanda "aynı vasıflara sahip olan [kişiler]", yani "uyum içinde olanlar" anlamında kullanılmaktadır. Bu anlam, bana göre buraya daha uygun düşmektedir; çünkü, ister kadın isterse erkek olsun, dürüstlük ve erdemliliğe ulaşmış olan herkesin eşit derecede fazilet sahibi olduğunu vurgulamaktadır; yahut, alternatif olarak, birbirlerini aynı ölçüde cezbetmelerini ve böylece ruhsal ve duygusal ihtiyaçlarını karşılıklı olarak tatmin etmelerini, yahut da her iki anlamı birden vurgulamaktadır.

39. bir kısmı eski zamanlardan,
40. bir kısmı da sonraki zamanlardan. (16)

16 - Her zaman "Allah'a yakın" bulunan -ve sayıları zaman geçtikçe azalan (bkz. yukarıdaki 4. not)- "önde olan"lardan farklı olarak ilk bocalamadan ve günahtan sonra dürüstlüğe ve erdemliliğe ulaşmış olanlardan da her zaman çok sayıda bulunacaktır (bkz. not 10).

41. KÖTÜLÜKTE ısrar edenlere (17) gelince, nedir bu kötülük ısrarcıları(nın cezası)?

17 - Yani, ölünceye kadar. Lafzen, "sol taraftakiler" (bkz. yukarıdaki 3. not).

42. [Onlar,] kavurucu rüzgarlar ve yakıcı bir ümitsizlik içinde (18) [bulacaklar kendilerini],

18 - Hamîm'in bu şekilde çevrilmesi konusunda bkz. sure 6, not 62.

43. ve siyah duman gölgesinde,
44. ne serinleten, ne de rahatlatan [bir gölge].
45. Çünkü, geçmişte onlar kendilerini tamamen hazlara kaptırmışlardı, (19)

19 - Yani, bütün manevî/ahlakî endişeleri bir kenara bırakarak. Mutraf teriminin anlamı konusunda bkz. sure 11, not 147.

46. çirkin günahlar işlemekte inat ediyorlardı,
47. ve diyorlardı ki: "Ne Yani! Biz ölüp de toz ve kemik yığını haline geldikten sonra mı diriltileceğiz yeniden?
48. Ve eski atalarımız da mı?"
49. De ki: "Daha önce yaşamış olanlar da, sonrakiler de
50. [yalnızca Allah tarafından] bilinen bir Gün'ün belirlenmiş olan bir vaktinde bir araya getirilecekler:
51. ve o zaman, siz ey yoldan sapmış ve hakikati yalanlamış olanlar,
52. siz kesinlikle ağulu meyve ağacından (20) tadacaksınız,

20 - Bkz. 37:62, not 22.

53. ve karnınızı onunla dolduracaksınız,
54. ve yakıcı ümitsizliği (yudum yudum) içeceksiniz,
55. doymak bilmez susuz develerin içişi gibi içeceksiniz!"
56. Hesap Günü onların karşılanışı işte böyle olacak!
57. SİZİ YARATAN Biziz, [ey insanlar:] öyleyse neden hakikati kabul etmezsiniz?
58. Attığınız o [tohum]u hiç düşündünüz mü? (21)

21 - Bu, hem erkeğin menisine hem de kadının yumurtasına ve dolayısıyla bu şekildeki hayranlık verici karmaşık yaratma sürecine işaret etmektedir.

59. Onu yaratan siz misi-niz, yoksa Biz miyiz onun yaratılışının kaynağı?
60. Ölümün sizin aranızda [her zaman geçerli] olmasını emrettik: ama hiçbir şey Bizi alıkoyamaz
61. varoluşunuzun tabiatını değiştirmekten (22) ve [henüz] size malum olmayan bir şekilde sizi [yeniden] var etmekten.

22 - Lafzen, "sizin benzerlerinizi (emsâl) değiştirmekten". Ancak mesel terimi, aynı zamanda, mecazî olarak bir şeyin veya kişinin durumunu, şartlarını ve niteliklerini (sıfât) -kısacası, "varoluşunun mahiyetini"- anlatır.

62. Ve [mademki] baştaki yaratılışınızı[n mucizevî bir olay olduğunu] biliyorsunuz; öyleyse, neden [Bizim hakkımızda] düşünüp dersler çıkarmazsınız?
63. Toprağa ektiğiniz tohumu hiç düşündünüz mü?
64. Onu büyütüp yeşerten siz misiniz, yoksa Biz miyiz onun büyüyüp yeşermesinin sebebi?
65. [Çünkü,] dileseydik, onu kuru bir çöpe döndürürdük ve siz hayret [ve dehşet] içinde kalırdınız:
66. "Eyvah, mahvolduk!
67. Yok yok, aslında [geçinme imkanlarımızdan] mahrum bırakıldık!" (diyerek).
68. Hiç içtiğiniz suyu düşündünüz mü?
69. Siz mi onu bulutlardan indirdiniz, yoksa Biz miyiz onun yere inmesini sağlayan?
70. [O tatlı bir su şeklinde iner, ama] dileseydik yakacak kadar tuzlu ve acı yapabilirdik: öyleyse neden [Bize] şükretmiyorsunuz?
71. Hiç tutuşturduğunuz ateşi düşündünüz mü?
72. Ateşin yakıtı olarak görevlendirilen ağacı (23) var eden siz misiniz, yoksa Biz miyiz onun varoluşunun sebebi?

23 - Lafzen, "onun ağacını": taşlaşmış odundan başka bir şey olmayan kömür veya milyonlarca yıl toprak altında gömülü kalan bitki esaslı organizmaların sıvılaşmış artıkları olan petrol gibi mineral yakıtları da içeren hemen hemen bilinen bütün yakıt türlerinin doğrudan ya da dolaylı olarak bitki kökenli oluşlarına işaret.

73. Onu [Bizi] hatırlamanı[zı]n bir vasıtası (24) ve [hayatlarının] yabaniliği içinde kaybolmuş ve acıkıp susamış bütün insanlar için (25) bir rahatlama vasıtası yaptık.

24 - "Ateş" (kelimenin en geniş anlamında) insanın bildiği bütün ışık türlerinin kaynağı olduğundan, insana "Allah'ın göklerin ve yerin nûru olduğu"nun hatırlatılması yerindedir (bkz. 24:35 ve ilgili notlar

25 - Mukvîn isim-fiili kaviye fiilinden türetilmiş olup "terk edilmiş oldu", "terk edildi" veya "perişan oldu" anlamlarına gelir. Aynı kökten türetilen kavâ ismi (yahut kıvâ) "çöl", "yabanilik", "harabe" yahut "açlık" veya "kıtlık" ifade eder. Bu nedenle, mukv kelimesi, "aç olan kimse"yi veya "terk edilmiş bir yerde kaybolan [yahut "dolaşan"] kimse"yi gösterir. Yukarıdaki ayette bu ifade açık şekilde mecazî olarak kullanılmıştır. Çünkü, bazı müfessirlerin ileri sürdükleri gibi, bunun "çöldeki savaşçılar"ı kasdettiğini düşünmek zordur. Benim mukvîn'i bileşik bir karşılıkla "yabanilik içinde kaybolmuş ve acıkıp susamış bütün insanlar" şeklinde çevirmem ise, aynı zamanda hem lafzî hem de mecazîdir: çünkü yalnız, talihsiz ve şaşkın insanlar ile insan sıcaklığına ve manevî aydınlığa susayanları ifade etmektedir.

74. Öyleyse kudret sahibi Rabbinin ismini yücelt!
75. HAYIR, [bu Kur'an'ın] parçalar halinde indirilişini (26) tanıklığa Çağırırım,

26 - Yahut: "yıldızların konumunu" [yahut "yörüngesini"]. Mevki‘ terimi (çoğulu mevâki‘), "bir şeyin indiği zaman" [yahut "yer" veya "şekil"] anlamına gelir. Birçok müfessir, mevâki‘u'n-nucûm ifadesinin yıldızların Son Saat'teki kopup parçalanmaları ile ilgili olduğunu düşündükleri halde, İbni ‘Abbâs, ‘İkrime ve Suddî, sonraki ayetlere dayanarak bu ifadenin Kur'an'ın tedricî olarak vahyedilmesine -veya "parçalar (nucûm) halinde inmesi"ne- işaret ettiğini söylerler (karş. İbni Kesîr ve Taberî; bkz. ayrıca 53:1, not 1). Kur'an vahyinin tedricî bir şekilde inişini "şahitliğe/tanıklığa çağırmak" suretiyle, Hz. Peygamber'in hayatında ilahî kelâmın yirmiüç yıllık açılımı süresince meydana gelen dramatik değişikliklere rağmen ilahî vahyin bütün tutarsızlıklardan ve iç çelişkilerden uzak kalması çarpıcı gerçeğine (karş. 4:82 ve ilgili not 97) dolaylı olarak işaret etmektedir: bu da, bir sonraki parantez içi ifadeyi (ayet 76) açıklayan bir husustur.

76. eğer bilseniz bu en güçlü bir teyiddir!
77. O, gerçekten değerli bir hitabedir,
78. sağlam korunan ilahî kelâm içinde [insana tebliğ edilmiş]tir
79. ki ona ancak [kalben] temiz olanlar dokunabilir: (27)

27 - Yani, yalnızca temiz kalpli olanlar onu doğru olarak anlayabilir ve ondan bir fayda elde edebilirler. "Sağlam korunan [yani bozulmaz] ilahî kelâma" (kitâbun meknûn) yapılan bir önceki atıf konusunda bkz. 85:21-22 ve ilgili not 11.

80. bütün âlemlerin Rabbinden (gelen) bir vahiy!
81. Şimdi böyle bir habere (28) küçümseyerek mi bakıyorsunuz,

28 - Yani, yeniden dirilme ve hesap haberine.

82. ve hakikati yalanlamayı günlük gıdanız olarak mı görüyorsunuz?
83. Peki, öyleyse, (29) [ölüm döşeğindeki bir adamın] boğazına [son nefesi] dayandığında,

29 - Bunun vecîz anlamı şudur; "peki, madem iddia ettiğiniz gibi gerçekten herhangi bir Üstün Güç'ten bağımsız iseniz neden ...", vd. ve böylece 57-74. ayetler ile bağlantı kurmaktadır.

84. siz de [çaresiz bir şekilde] durup seyrederken,
85. ve [Bizi] görmediğiniz halde, Biz ona sizden daha yakınken:
86. peki öyleyse, eğer [Bize] bağımlı olmadı[ğınızı düşünüyor]sanız,
87. o [bitip tükenen hayatı] geri döndürebilir misiniz, eğer iddianızda haklı iseniz?
88. [HEPİNİZ ölümü tadacaksınız.] Eğer bir kimse Allah'a yaklaşanlardan (30) olursa,

30 - Yani, bu surenin 10-11. ayetlerinde sözü edilen "önde gelenler"den.

89. [öteki dünyada onu] mutluluk, gönül rahatlığı ve bir esenlik bahçesi [bekler].
90. Ve yine eğer bir kimse dürüst ve erdemli bir hayat sürenlerden (31) olursa,

31 - Bkz. 27. ayet ile ilgili not 10.

91. [cennette şu sözlerle karşılanacaktır:] "Dürüst ve erdemlilerden [olan] sana selâm olsun!"
92. Ama eğer biriniz hakikati yalanlayanlardan ve [böylece] yoldan sapmışlardan olursa,
93. [öteki dünyada onu] yakıcı bir ümitsizlik karşılar,
94. ve alev saçan bir ateşin sıcaklığı!
95. Kuşkusuz bu, hakikatlerin hakikatidir! (32)

32 - Lafzen, "kesin bir hakikat", yani hiç değişmeyen/şaşmayan bir hakikat. Yukarıdaki cümledeki "bu" zamiri yalnızca yeniden dirilmenin ve ölümden sonraki hayatın bildirilmesi ile değil, aynı zamanda -ve öncelikle- insanın Allah'a kesin bağlılığı ile ilgilidir.

96. Öyleyse kudret sahibi Rabbinin ismini yücelt!
KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: