Meal Seç / Sure Seç

Abese Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

80 - Abese
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Hz. Peygamber'in risaletinin oldukça erken bir döneminde nazil olan bu sure, her zaman, ilk cümlesinin kendisiyle başladığı yüklem (‘abese) ile anılmıştır. İlk on ayetin nüzulünün başlıca sebebi, Hz. Peygamber'in çağdaşlarından birçoğunun tesadüfen şahit olduğu bir olaydı (bkz. ayetler 1-2 ve not 1).
1. O, SURATINI ASTI ve uzaklaştı,
2. çünkü kör bir adam o'na yaklaşmıştı! (1)

1 - Birçok sağlam rivayete dayanan bir Hadis'te kaydedildiği gibi, bir gün Hz. Peygamber müşrik Mekke'nin en nüfuzlu kabile reislerinden bir kısmı ile sohbete dalmıştı. Onları -ve onlar aracılığıyla Mekke toplumunun geniş bir kesimini- mesajının doğruluğu konusunda ikna etmeyi ümid ediyordu. O sırada, ona tâbi olanlardan birisi, âmâ Abdullah b. Şureyh -büyükannesinin ismi ile, İbni Ümmi Mektûm olarak biliniyordu- kendisine yaklaştı ve Kur'an'ın ilk ayetlerinden bir kısmını kendisine tekrarlamasını veya açıklamasını istedi. O anda çok daha önemli gördüğü konuşmasının kesilmesinden rahatsız olan Muhammed (s), "suratını astı ve o âmâ insandan uzaklaştı" -ve hemen orada ve o anda nazil olan bu surenin ilk on ayeti ile uyarıldı. Daha sonraki yıllarda İbni Ümmi Mektûm'u çoğu zaman şu tevazu sözleriyle karşıladı: "Hoşgeldin Rabbimin kendisi yüzünden beni azarladığı adam (‘âtebenî)!" Kur'an'ın bu şiddetli azarı (1-2. ayetlerde üçüncü şahıs halinin kullanılması ile özellikle vurgulanmıştır), ilkin, sıradan bir insan tarafından yapıldığında küçük bir nezaketsizlik olarak değerlendirilecek olan bir fiilin bir peygamber tarafından işlenmesi halinde ilahî bir azarı hak eden büyük bir günah olarak görüldüğüne dolaylı olarak işaret etmekte; ve ikinci olarak da, Kur'ânî vahyin objektif niteliğini sergilemektedir: çünkü, Allah'ın kendisini azarlamasını bütün dünyaya duyurmakla Hz. Peygamber, "kendi istek ve özlemlerini dile getirmedi"ğini göstermiş olmaktadır (karş. 53:3).

3. Nereden bilebilirsin [ey Muhammed,] belki de o arınacaktı,
4. yahut [hakikat] hatırlatılacak ve bu hatırlatma kendisine fayda verecekti.
5. Ama kendini her şeye yeterli görene (2) gelince,

2 - Yani, ilahî rehberliğe ihtiyaç duymayana: Hz. Peygamber'in konuştuğu kibirli müşrik kabile liderlerine işaret.

6. sen bütün ilgiyi ona gösterdin,
7. halbuki onun arınmaktan geri kalmasının sorumlusu sen değilsin; (3)

3 - Lafzen, "onun arınmaması senin sorumluluğunda (‘aleyke) değildir".

8. ama sana büyük bir istekle geleni
9. ve [Allah] korkusu ile [yaklaşanı]
10. sen görmezden geldin!
11. ELBETTE, bu [mesaj]lar yalnızca birer hatırlatma ve öğütten ibarettir: (4)

4 - Yani, Allah'ın varlığının ve kudretinin hatırlatılmasından. Kur'an, burada, başka birçok yerde olduğu gibi "bir öğüt verici ve hatırlatıcı" olarak tanımlanmıştır; çünkü onun amacı, insanın Allah'ın varlığını -bazan müphem veya bilinç altından da olsa- fıtrî kavrayışını bütünüyle bilincin aydınlığına çıkarmaktır. (Karş. 7:172 ve ilgili not 139.)

12. kim istekliyse O'nu hatırlayıp öğüt alabilir
13. [O'nun] kutsal ve soylu vahiyleri [ışığında],
14. yüce ve arı-duru,
15. elçilerin elleriyle [yayılıp duyurulan],
16. seçkin ve erdem sahibi (elçilerin).
17. [Ama çoğu zaman] insan kendini mahveder: (5) hakikati ne kadar inatla inkar eder o!

5 - Kutile fiilini "kendini mahveder" şeklinde çevirmem konusunda bkz. sure 74, not 9.

18. [İnsan hiç düşünür mü] hangi özden yaratır [Allah] onu?
19. Bir sperm damlasından yaratır ve sonra onun tabiatını oluşturur; (6)

6 - Yani, insan bedeninin ve zihninin yerine getirdiği organik fonksiyonlar ve kendisini uydurmak zorunda kalacağı tabiat şartları ile uyumlu biçimde. 18-22. ayetler, Arapça'da geçmiş zaman kipi ile ifade edilmiş olmalarına rağmen tekrarlanan bir olguyu anlatmaktadırlar.

20. sonra hayatı onun için kolaylaştırır; (7)

7 - Lafzen, "Yolu onun için kolaylaştırır". Bu, insanın, doğru ile yanlış arasında ayırım yapabilmesini ve yeryüzündeki çevresinin ona sunduğu fırsatları verimli bir şekilde kullanabilmesini sağlayan entellektüel donanımla donatıldığına işarettir.

21. ve sonunda onu öldürür ve kabre koyar;
22. ve sonra, dilediğinde onu tekrar diriltir.
23. Hayır, [insan] Allah'ın kendisine buyurduklarını henüz yerine getirmiş değildir! (8)

8 - Başka bir deyişle, insan, 20. ayette işaret edilen aklî/zihnî (intellectual) ve manevî/ruhî (spiritual) donanımları yeterli şekilde kullanamamıştır. Bazı müfessirler, bunun 17. ayette zikredilen insan türünü ilgilendirdiği görüşünde olmalarına rağmen, ötekiler, daha makul şekilde, bunun insana genel bir atıf olduğunu iddia ederler -böylece; "hiçbir insan, kendisine [manevî/ahlakî (moral)] bir mükellefiyet olarak yüklenmiş olan şeyleri yerine getirmiş değildir" (Mücâhid, Taberî tarafından nakledilmiştir, benzer bir ifade Beğavî tarafından Hasan Basrî'ye nisbet edilmiştir): yahut "Âdem'den bugüne kadar hiçbir insan hatalardan münezzeh olmamıştır" (Zemahşerî, Beydâvî). Bu, mükemmelliğin yalnız Allah'a mahsus olduğu şeklindeki Kur'ânî ilke ile uyumlu bir yorumdur.

24. Öyleyse insan, yiyeceklerin[in kaynağın]a bir baksın:
25. [nasıl] suyu bolca indirmekteyiz;
26. ve sonra toprağı [daha da büyüterek] parça parça yarmaktayız,
27. bu sayede ondan tahıllar yetiştirmekteyiz,
28. ve üzüm bağları ve yenebilir otlar,
29. zeytin ağaçları ve hurmalıklar,
30. ve ağaçlarla dolu bahçeler,
31. meyveler ve otlar,
32. sizin için ve hayvanlarınızın beslenmesi için. (9)

9 - Bunun anlamı, insanın bu Allah-vergisi nimetlerden dolayı şükretmesi gerektiği, ama çoğunlukla şükretmediğidir: ve bu pasaj, burada îma yoluyla değinilen, hayatın sürekli yenilenmesi olgusunun işaret ettiği daha sonraki Kıyamet Günü hatırlatması ile ilişkilidir.

33. VE BÖYLECE, (10) [yeniden dirilmenin] o kulakları sağır eden çağrısı duyulduğunda,

10 - Yani, Allah ölü görünen bir topraktan yeni bir hayat var etmeye muktedir olduğuna göre, ölüyü de diriltmeye muktedirdir.

34. herkesin kardeşinden kaç[mak iste]diği Gün,
35. annesinden ve babasından,
36. eşinden ve çocuklarından:
37. o Gün her birinin durumu kendisi için yeterli bir endişe kaynağı olacak.
38. Bazı yüzler o Gün mutlulukla parıldayacak,
39. güleç ve müjdelere sevinen.
40. Bazı yüzler de o Gün toz-toprakla kapanacak,
41. her yanı kuşatan bir karanlıkla:
42. işte bunlar, hakikati inkar eden ve yoldan sapan kimselerdir.
KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: